11 Mart 2011 Cuma

Giresun'un modern mimarili camii

Fotoğraf: Akşam gazetesi
Bir hayırsever, modern mimarili küçük bir camii yaptırır Giresun'un Keşap ilçesi Tepeköy'üne. Mimarisi tartışma yaratır. Trabzon Müftüsü şık bulmaz. Giresun Müftüsü ise yenilikleri savunur. Benim dikkatimi çeken ise akademisyenler. Kimisi beğeniyor, destekliyor. Kimisi de "Hiç dikdörtgen/kare planlı minare mi olur?!" diyor. Arap minare uslubundan haberi yok zahir? Olmadı. Bir akademisyene yakışmadı. Farklı bir mimari amaç güdülmüş Baytemur camiinde. Kimi Müftüler, Selçuklu-Osmanlı mimarisi en iyisidir demekteler camii mimarisinde. Tamam, güzeldir, hatta mükemmeldir. Kimsenin bir dediği yok. Ama unutmayalım, fetihle ele geçen mabedlerden en büyüğü camiye çevrilir, gerisine dokunulmazdı eskiden. İslamiyet'in büyüklüğüne vurgu yapmak için. Haliyle kilise, hatta katedralden çevrilme camiler var bugün. Ön ünlülerinden birisi Aya Sofya örneğin. E ne oldu şimdi?

Pakistan'a kaptırdığımız, bir Türk mimarı Vedat Dalokay'ın eseri Faysal Camii Dünya'nın en önemli camiileri arasında değil mi? Ya Akçakoca'daki Akçakoca Camii? Dış ve iç tasarımı ile mükemmel bir yapı. Gezdim, gördüm. Oradan biliyorum. Dünyada da pekçok örnek var bu konuda. Elbette bunlar ne Süleymaniye'nin, ne Selimiye'nin, ne Sultanahmet'in ne de Ortaköy Camiinin ihtişamını gölgeleyemez.

Faysal Camii, İslamabad, Pakistan. Mimar: Vedat Dalokay

Peki nedendir yeniye olan önyargı? Yeni öze hakaret etmiyor ki? Ortaya, uzmanların mimari açıdan kötü bir Osmanlı taklidi olarak kabul ettiği Kocatepe Camii yerine Faysal Camiinin mimarisi kullanılsa olmaz mıydı? Bu fırsatın Pakistan'a kaptırıldığı tarihi bir hata olarak sabittir. Yine konunun uzmanı bir akademisyenin dediği gibi: Önemli olan mihrabın yeri ve kıbleye dönük olup olunmadığıdır. Ayrıca Baytemur camiinin altına dükkan yapılmaması da anlamlı bir mesajdır.

Akçakoca Merkez Camii, Mimar: Ergün Subaşı
Ümit ediyorum, ülkemizde yeni tarz mimari her anlamda çoğalır. Öze uygun, yeni, estetik...

Sağlıcakla kalın.

9 Mart 2011 Çarşamba

B2 Evi: Basit, Özgün, Uyumlu, Ödüllü



Pekçok kişi Binbir Gece dizisini farklı şekilde hatırlayabilir. Ben dizinin Şehrazat'ının aldığı Ağa Han ödülünü hatırlıyorum. Gerçekten Ağa Han adına verilen bir mimarlık ödülü var. Ve bu ödülü alanlardan birisi Han Tümertekin. Ödül konusu ise B2 Evi.

Han Tümertekin B2 Evi

B2 Evi'nin hikayesini kolaylıkla öğrenebilirsiniz internetten. Benim burada anlatmak istediğim bu evin sadeliği, özgün mimarisi, çevresiyle olan uyumu. Bugün bir konut tasarlayabilirsiniz. Odalar, salonlar, balkonlar, bacalar, ocaklar, merdivenler, heykeller, havuzlar, aklınıza ne gelirse koyabilirsiniz. Kocaman bir yapı çıkarabilirsiniz ortaya. Süslü püslü. Paranız vardır. Yaparsınız. Ama B2 Evi gibi bir yapı da çıkabilir ortaya isterseniz. Sade, insanı şaşırtacak derecede sade. Kutu gibi. Bir katı kocaman bir odadan ibaret. İki kocaman kanatla önünde uzayıp giden araziye (ve bildiğim kadarıyla denize) açılan. Çevresiyle uyumlu. Beton ve taştan ibaret. Dışarıdan bakıldığında havadan konduruluvermiş gibi. Üstelik bahçesi de evin içi gibi sade. İşte bu! Bakıyorum da etrafa, insanlar büyükşehrin hengamesinden, keşmekeşinden kurtulmak için kırsala, deniz kenarına kaçıyorlar. Ve sonra orayı geldikleri yere çeviriyorlar. Sahillerde, yaylalarda sitelere yerleşiyorlar. Yine kalabalık, yine gürültü, yine trafik. Doğa dersen doğal olarak katlediliyor. Bodrum böyle olmadı mı örneğin?! Geçenlerde Silivri dolaylarında gördüm. Denizin içine giderek gibi, neredeyse, koca koca apartmanlar. Adı da bilmem ne sahil sitesi, bilmem ne yazlıkları... Yahu bizim kendimize saygımız kalmamış ki zevksizce o çirkin binalarda oturuyoruz doğayı da katlederek.

Uzun lafın kısası B2 Evi insana dinginlik, durgunluk veren bir yapı. Sahiplerinin doğa ile bütünleşmelerini sağlayan, mimarına haklı bir gururu ve ödülü kazandıran...

Binbir Gece dizisi olmasa tüm bunları nereden öğrenecektim, değil mi?!

Sağlıcakla kalın.

7 Mart 2011 Pazartesi

Victor'un ardından...

Bu yazıyı okuduğunuzda, "Be mübarek! Neden sağlığında yazmadın da şimdi yazıyorsun?" diyebilirsiniz. Haklısınız. Ne deseniz haklısınız.
Victor Ananias'ı, 1995-1996 yazlarında çalıştığım Bitez'deki Toloman Otel'de tanıdım. Zayıflığı, vejeteryanlığı ve babasının Şili'li annesinin İstanbul'lu olması ile dikkatimi çekmişti. Bodrum'da Buğday adında bir lokanta işletiyor, arkadaşımın annesi bu lokanta için poğaça hazırlıyordu. Ben de o sayede öğrenmiştim böyle bir lokanta olduğunu.

Yıllar sonra Afyonkarahisar'da bir dinlenme tesisinde Buğday'ın İstanbul'da bir dernek halini aldığını ve yine aynı isimde bir de dergi çıkardığını öğrendim.

Victor çok zor bir işin üstesinden geliyordu aslında. Herşeyin özünden ve doğallığından uzaklaştığı günümüzde insanların doğayla barışık olarak yaşayabileceğini kanıtlıyordu kurduğu dernekle ve çalışmalarıyla. Cesurdu aslında. Kimsenin cesaret edemediği şeylere girişmiş, bu alanda yapılan çalışmaların öncüsü olmuştu genç yaşında. Şimdilerde üniversitelerde ekolojik tarım bölümleri kuruluyor, ciddi büyüklükte bir ekolojik tarım pazarı oluşmuş ve insanlar artık daha bilinçlilerse bu konuda, O'nun ve derneğinin öncülüğü yadsınamaz kuşkusuz.

Dağdan topladığı mantarlardan dolayı zehirlendiği yönünde çıkan haberler doğru mu bilmiyorum. Ama Victor, hani İngilizler Sör derler ya asil insanlara, işte benim için de Efe idi aslında, asildi. O'nun yolunda binlerce insan artık daha bilinçli, doğaya daha saygılı. Bu büyük insanı genç yaşında kaybetmek ülkemiz için gerçekten büyük bir kayıp. O'nu görmüş, hikayesini öğrenmiş bir insan olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Ama O'nun bize gösterdiği hayat tarzından gıdım birşey öğrenmemiş olduğumun farkındalığıyla kendimden utanıyorum.

Ruhun şad, makamın Cennet olsun Victor Abi!...